Neclâcığım,

Sana bu mektubu Türk’ün "Verdün"ü olan Antep'ten yazıyorum.

Ankara'dan AnteP'e gelinceye kadar Konya'nın karla örtülü o meşhur ovasını, Torosların çiçekli geçidini, gâvur dağlarının sık ormanlarını geçtik....

Fransızların "Türk Verdün'ü" diye andıkları bu Gazi memleket, Türk İstiklâl tarihinin şerefli bir faslını teşkil eder. Ermenilerle Fransızların en mükümmel silahlarla mücehhez bir kolordusuna, göğsündeki inamla on bir ay karşı koyan bu kahraman memleketin halkı, diyebilirim ki dünyanın en mert insanlarıdır.

Süpürge tohumu ve acı çekirdek yiyerek, dut kütüklerinden yapılmış sığınaklar içinde soğuğa ve düşmana karşı koyan Anteplilerin kahramanlıkları birer destan gibidir.

Bütün memleket halkı, sekiz yaşındaki çocuğundan yetmiş yaşındaki ihtiyarına kadar geceli gündüzlü Antep için çalışmış; Antep için sayısız kurbanlar vermiştir.

Memleketin yarısı Fransızlarla Ermenilerin elinde olduğu ve on beşlik obüsler her gün yüzlerce yapıyı yıktığı hâlde bir dakika olsun bu memleketin fedakâr ve yiğit çocuklarının iradeleri sarsılmadı.

Fakat ne yazık ki açlık ve ana vatanın diğer cephelerde giriştiği çetin muharebelerin neticesi olarak geçen sene bu günlerde düşmana teslim olmak zorunda kaldı.

Fransızlar Antep'in teslim oluşunu bütün dünyaya kanlı bir zaferin şanlı bir neticesi olarak ilân ettiler. Bir taratan da Antep'te çarpışan Fransızlar ve onların Suriye fevkalâde komiseri General Gouraud, Türk kahramanlığına hayran olmuş ve Antep müdafaası için Türk kahramanlığının bir şaheseri olduğunu söylemekten çekinmemiştir.

Antep bir buçuk aydan beridir tekrar ana vatana kavuşmuş bulunuyor. Memleketin her tarafında medeni bir tahribin yamanlığı görülüyor.

Antep halkının büyük bir kısmı kadınlarıyla beraber harp neticesinde sakat kalmıştır. Bu vatan için sakatlanan insanların yüzünde zerre kadar bir bezginlik görmedim.

İçten gelen fedâkarlıklar, meğer insanları seve seve ölüme kadar sürükleyebiliyormuş.

Antep savaşlarında memedeki çocuğunu evde bırakarak cepheye koşan kadınlar görüldü.

O muharebelerde bulunmuş bir subayın hatıra defterinden çıkardığım satırları yazarsam bu destanın büyüklüğünü daha canlı kavramış olursun.

6—7 Şubat 337

“.... Antep'in en felâketli günlerinden bir gün... Koca memleket on bir aydan beri düşmanın bütün hücümlarına dayanmış, Türk varlığını, Türk fedakârlığını Fransızlara ve bütün dünyaya karşı göstermiştir.... Antep yandı, yıkıldı; fakat yine düşmana mertçesine karşı koymaktan, avuç içi kadar bir yerde düşmanın ölüm ve ateş saçan silahlarına karşı evlatlarının icat ettiği basit silahlarla çarpışmaktan geri kalmadı.

Fakat artık güzel Antep düşmanın eline düşüyor. Soğuk ve açlık elli bin kişiyi kucağında barındıran Antep'i düşmandan fazla harap ediyor... Şubat'ın bu en soğuk ve dondurucu hain gününde “Müdafaa-i Hukuk"ta toplanan memleket büyükleri son bir çıkış ve yarış haraketi yaparak güzel Antep'i bırakmaya karar verdi. Harbe daha fazla devam etmek artık imkânsız. İçeride bulunan binlerce kadın ve çocuğu açlıktan, ateşten, soğuk ve ölümden kurtarmak lâzım... Memleketi müdafaa eden gaziler dışarıda çalışacaklar; Fransızları yine ergeç Antep'ten kovacaklardır. Bu fikir herkeste sarsılmaz bir iman halindedir.

Bu gün Müdafaa-i Hukuk'ta yapılan gizli bir toplantıdan sonra cephenin en zayıf bir noktası olan (....) dan muhasara hattı dışarısına bir adam gönderilmeye karar verildi. Bu adam gidecek, incelemeleri neticesini bir köylü kadın vasıtasıyla şehre bildirecek.

Müdafaa-i Hukuk Heyeti Merkeziyesi geceyi kaygılar içerisinde geçirdi ve sabaha kadar karanlıklar arasında hep bir kadın hayalinin gelişini bekledi... Kar durmadan yağıyor, bütün halk soğuk ve açlığın verdiği bir ümitsizlikle Heyet-i Merkeziye'ye başvuruyordu. Herkesin çehresinde büyük bir acının izleri görülüyordu... Bütün dünyaya şan veren Antep, ertesi gün düşmanın eline düşecek; bu Gazi Türk yurdu yabancıların elleri, altında inleyecekti.

Cephede harap bir evin çatısı altında ve soğukta bekleyen on kişilik bir heyet, tan yeri ağarırken bir köylü kadınının sürüne sürüne bizim tarafa doğru gelmekte olduğunu gördüler. Bütün ümit bu kadının getireceği haberde idi. Kadını tam yarım saat beklediler... Paroladan sonra yanlarına gelmesine müsaade ettiler.

Bu yarım saat, bekleyenlere bir yıl kadar uzun gelmişti.

Kadın onlara her türlü izahatı verdi. İşler yolunda idi… Cephenin en zayıf yeri anlaşılmıştı. Buraya hücum edilecek, bütün Antep Gazileri buradan dışarıya çıkacaklardı. Herkes bir lâhza için düşünceye dalmıştı.

Belki gözleri önünde kanlı bir rüyanın son dakikaları canlanıyordu. Lâkin bu sırada köylü kadının hıçkırıkları, bunları birdenbire daldıkları düşünceden uyandırdı. İlkin bundan bir şey anlayamadılar ve kendisine niçin ağladığını sordular. O zaman bu özveri sahibi Türk kadını arkasına bağlamış olduğu ölü çocuğunu yere koyarak söze başladı.

—Apu akşamleyin köye geldi. Benim herife bir şeyler anlattı. Sonra beni çağırdılar... Antep'e gideceksin, kimseye görünmeyeceksin. Ahmet Çelebi'nin yanında seni bekleyecekler, işaret verdikten sonra seni içeriye alacaklar dediler....

Ben bu memedeki çocuğumla, gece yarısı yola çıktım. "Çocuğu bırak götürme" dediler. Bir ana nasıl çocuğunu bırakabilirdi? Yola çıktığım zaman yavrum uyuyordu. Tam bir saat yürüdükten sonra çocuğum uyandı. Kendisine bir ağaç dibinde meme verdim. Biraz daha yürüyerek Fransızların bulunduğu yere yaklaştım. Kendimi göstermemeye çalışıyordum. İşte tam o sırada çocuk ağlamaya başladı. Bana namusumdan kıymetli bir yurt vazifesini görmek işini vermişlerdi. Çocuğu susturmak istedim. Susmadı. Eğer ağlamasında bırakacak olsaydım, Fransızlar işitecekler ve beni görerek yakalayacaklardı. Elimle ağzını tıkadım. Böylelikle Fransızların arasından geçtim. Cepheyi geçtikten sonra derin bir nefes aldım. Ne yapam ki artık çocuğum yaşamıyordu.

Yurdum için çocuğum feda olsun!...

Kadın burada susmuştu.

Oradakiler, bir kadına bir de çocuğa bakıyorlardı. Hepsinin gözlerinden bir damla yaş döküldü. Hemen orada bir çukur kazarak çocuğu gömdüler… Ve oradan bu fedakâr Türk kadınıyla beraber şehre doğru uzaklaştılar…

Ertesi gün çıkış hareketi muvaffakiyetle yapıldı.

Hatice bu köylü kadın, Antep geri alınancaya kadar askere hizmet etti. Türk süvarileri Antep'e girdiğinin üçüncü günü Hatice'yi eski harp siperlerinden birinin yanında ağlarken gördüler.

Bütün Antep, Hatice'nin ancak o gün her anaya nasip olmayan bu fedakârlığını duyabildi... Kendisine çocuğunun ne olduğunu soranlara gözlerinden yaşlar akıtarak bir şeyler anlatıyor ve sonunda:

— Ne yapayım, yavrum öldü ise Antep en sonunda kurtuldu ya... Millet, sağ olsun diyordu...

Bu Türk kadınının yurt severliği, Antep muharebelerinin şanlı bir hatırasıdır.

Hatice hâlâ buradadır. Bu kadın karşısında hürmetle eğilelim ve bu güzel vatanın acıları karşısında diz çökelim.... Çünkü Antep, mukaddes Türk vatanının ezeli bir bekçisidir.

Bu satırlar Antep'in bir kahramanlığını nekadar canlı şekilde anlatıyor değil mi Necla?...

Gözlerinden öperim.

Hemşiren Güzide

Yazan: H. Turhan DAĞLIOĞLU