Derleyen: M. Oğuz GÖĞÜŞ

A. T. OZAN

Anteplilerin çoğu bu şehrin ilk in­sanlarını hiç merek etmişler midir? Acaba binlerce yıl öncesi dereden akan soğuk suları içenler kimlerdi? Bugün eski nesillerden kalmış insanların hısım ve akrabaları var mıdır? İlk çağlardan bugüne kadar bu topraklar bir oturum yeri olduğuna göre bu memleketin ilk insanları kimlerdi?

Nereden gelmişlerdir? Irkları, dilleri, ne idi?

Milattan önceki arkeolog ve tarihçiler ve dilden dile getirenler daima bir araştırma, öğrenme çabası içinde çalışarak eski çağların tarihini bugüne kadar getirmişlerdir. Anadolu’nun bilinmeyen tarafları pek çoktur. İlk araştırma mezar soygunculuğu ile başlamış, bugüne kadar devam edegelmektedir. Antep ve yönleri ilk oturumdan beri hiçbir zaman kimsesiz kalmamıştır.

En eski Grekler, sonra İranlılar, bedevi bir hâlde yaşayan Romalılar, Anadolu sahiline yanaştıktan sonra bu topraklar bir çölden ibaret değildi. Yoksa alınmasında bir menfaat olmalıydı. Bunlar, Anadolu’daki zengin ve parlak bir medeniyet, zevk içinde yaşayanların servetlerini paylaşmak için bu topraklara saldırmışlardır.

Anadolu’daki medeniyeti görerek medenileşmişlerdir. Maceralarla yümyüklü oIan bu şehir muhtelif noktalardan Elam, Sümer, Hitit, Asur, Geldan mede­niyeti ile ayni tipte olan medeniyetlerin genişlediğini görmüş, fakat şimdiye kadar insanlığın en eski varlığına dair hiçbir bilgiye sahip olamamıştır. Doğu arkeolo­jisinde başarısı olan J.D. Morgan yazmış olduğu bir eserinde Anadolu’nun güney ovalarının paleolitik ekonomisinden sonra madenlerin dokümanlarının çömlekçiliğin kullanılmasını bilen Elam, Sümer, Hitit, Geldan oturum yerlerinde gördüğümüz ilerlemiş bir medeniyetin ortamına dahil olmuş insanları tarafından iskân olunmasına yaklaşmış olan Harslar (Bir gün olup keşfedilecekse Anadolu’da keşfedilecektir.) diye yazmaktadır.

Kabataş devrinden zamanımıza ka­dar memleketimiz etrafında insanların ya­şadığı, yapılan kazılar sonucunda anlaşılmaktadır. Türkiye’de araştırmaların tarihi pek kısadır. 1871’de başlamıştır. İlme vücutlarını vakfetmiş alimlerin çoğu inceleme sonucu oturum yerlerini kazdılar. Gezdiler, fakat elde edilen netice, ne yazık ki çekilen emeklere karşı pek noksan oldu.

Alman arkeoloğu Dr. Düren'in, Eski Kahta Kalesi'ndeki keşfi insanlık tarihi bakımından çok önem taşımaktadır. Bu günlerde Hitit varlık medeniyeti geniş bir şebeke teşkil etmiş olmasına rağmen çıkarılan netice, hiç de neticeye varmış hakikatler değildir. Hiçbir tarih sarih olarak bilgi vermemektedir. Bu çevrede Hititlere milattan önce iki bin yıl öncesinde tesadüf ediyoruz. Milattan dört bin yıl önce Elam, Sümer milletleri bu çevrede hâkim idiler. Bunlarda tabii Hititler gibi Samî akvamından değillerdir.

Sümerlerin torunları olmasından şüphe edilmektedir. Bu hususta arkeolojiden ziyade antropolojinin vereceği kanaat bu kavmin Anadolu’dan Kafkasya'ya kadar yayılarak madenleri işlemiş olmaları çok kadim medeniyete sahip olduklarını göstermektedirler. Hititlerin de Sümerlerin de aynı kavimden oldukları anlaşılmaktadır. Samî milletinin Sümerleri Kuzey Suriye'ye Sincar’dan güneye doğru süren istilaları milattan 4 bin yıl öncesine rastlar. Bu çevre Hurilere milattan 1500, İranlılar, 708 Elamlar, Farslar, 700 Romalılar, 331 Akad, Güldaniler 30 yıl öncesi tarih alanında idiler.

Hitit yazıları tamamen okunduğu ve anlaşıldığı gün yalnız Hitit tarihi değil Sümer, Mısır, Asur, Güldan, İran'ın da hurafalara karışmış tarihlerinin esasları öğrenilecektir. Kısa zamanda Tür­kiye’de kazı yapılan yerler şunlardır: Karkamış, Kahta, Zencirlikuyu, Kadaş, Bugazköy, Nemrut Dağı, Sakçagözü, Arslantepe, Gavur Kale, Avşar, İslahiye’dir.

İtalyan arkeologlarından ve eski eserler taciri Sinyor Markopli, aynı ticareti yapan Şih Migribi 1904'de Antep çevresinde birçok araştırmalar yapmışlardır. Buralarda Sümer, Eti, Hitit, Roma, Hurilere ait eserlere rastlamışlardır. Antep kaza ve köylerinde bulunarak satın aldıkları eserler arasında taş devrinden tunç devrine kadar olan eserlerden te­darik etmişlerdir. Anadolu’da geniş bir Hitit medeniyeti olduğunu söylemektedirler. Sakçagözü, Burç, Geneyik, Esenbek, Hülmen Saker (Burç yanında bir köy) köylerinden aldıkları eserler, tunçtan yapılmış heykeller ve demir harp aletleri geniş yer tutmaktadır. Bu çevrede geniş bir medeniyet alanı olduğu göze çarpmaktadır.

Sinyor Markopli 1910’da Antep’in Esenbek yani Karataş mevkiinde Bazalt heykel atölyesinde bir arama müsaadesi almıştır. Şimdiki Gavur Öreni de­nilen bu yerde bir arama yapmak için kazı yaparken, Birinci Cihan Harbi'nin patlaması yüzünden aramayı bırakmıştır. Orta Asya’dan çıkarak Küçük Asya’ya yerleşen Elam ve Hititerin Türk olduklarını göstermektedir. Eti, Etke muhtelif Türk lehçelerinde bugün dahi Baba ve Efendi demektir.

Etkü: iyi ve aziz manalarına gelmektedir. Bu Kazan lehçesi, Anadolu’nun bazı şehirlerinde ve bilhassa Bugazköy civarında kullanılmaktadır.

Fatihler ve istilacılar, memleketleri istila eder, ahaliyi bastırır. Fakat imha edemezler. Bu şehir ahalisi hiçbir zaman İranlı, Romalı, Yunanlı olmamış­tır. Tarihten önceki zamanlardan beri Anadolu'da birbirlerini takip etmiş nesillerin torunları olan insanlara rast gelmişlerdir. Bugün bu şehirde yaşayan insanlar her yönüyle bir Sümer, bir Eti, Hitit soyundan gelme Türktürler.

Birbirlerini unutmuş eski hısım akrabaları içimizde hâlâ yaşamaktadır. Meşhur Fransız yazarlarından Emil Fake, Evamili Aşra Vatan ve Vazife adlı eserinin 17. ve 38. sayfasında şöyle yazmaktadır:

“Bir kavmi zabıtayı esareti altına alan bir milletin kendisine karşı ilk görevi milleti mağlubunun mağlup milletin kendi tarihini öğrenmesine mâni olmak; müverrihlerini, tarihçilerini - imha- yok etmek veya iras-ı mazarrat- ziyan etmesi- edemeyeceği bir hâle getirmek yahut kendileri­nin takdir ettikleri kıymetten biraz eksiğine ve kıymet-i hakikiyelerinin biraz fazla­sına satın almaktır. İşte vatanı teşkil eden bilcümle- bütün- ânasır - unsurlar - kökleri bir milletten vatan fikrinin mahiv ve izalesi için ûlûm, funun, sanayii, lisanını, dinini, tarihini, müverrihlerini, abidelerine kadar hatırasını öldürmek yok etmek icap eder. Bu suretle yalnız ortada bir toprak kalıyor. Bunun içindeki milletlerin tarihleri pek kısadır."

Galip bir devlet, mağlup ettiği bir devletin mazisini geçmişini her şeyi ile mahvederek kendi dinini ve kendi tarihini kabul ettirmiştir.