Şehit Yavuz'un hatırasını tebcilen Ali Nadi Bez'in yazdığı bu yazı kurtuluşumuzun on ikinci yıldönümünde, 25 Kânunuevvel 933 tarihinde Gaziantep Gazetesi'nde intişar etmiştir:

Tarihin bir eşini daha kaydetmediği Gaziantep Müdafaası adsız kahramanların emsalsiz menkıbeleri ile doludur. Mustafa Yavuz da o adsız kahramanlardan biridir.

Onu mektep sıralarından tanırım. Rüştüye’de sınıf arkadaşımdı. Üç sene aynı sırada ayni muallimlerden feyz aldık. Biraz durgun, sessiz ve sakin bir çocuktu. Arkadaşları ile çok az temas eder; söz söylerken yüzünün çizgileri insana adeta ağlayacakmış hissini verirdi.

Umumî Harp'in üçüncü senesinde, Filistin Cephesi'ne geçerken bir kış günü onu Islahiye'de görmüş ve nakliye mülâzımı rütbesini taşıyan bu arkadaşımın iki gün de misafiri olmuştum.

335 Teşrin'inde esaretten döndüğüm zaman o, yarıda kalan tahsilini ikmal için Ticaret İdadisi'ne davam ediyordu.

Bir gün Antep Harbi patladı. Mustafa Yavuz da diğer arkadaşları gibi vatan müdafaasına koştu. Harbin birinci devresinde hangi kıtalarda bulunduğunu hatırlamıyorum. İkinci devrede, Yıldırım Taburu Üçüncü Bölük Kumandanı Şemsi Hasan'ın şahadetinden sonra onu Üçüncü Bölük Kumandanı olarak görüyoruz. Bundan sonradır ki Yavuz'un yüksek meziyetlerini, feragat-i nefis ve fevkalâde cesaretini tanımak fırsatını buluyoruz.

Bir Teşrin gecesi düşman şiddetli bir baskın ateşi ile Türkleri korkutmaya yelteniyor. Bütün şehir tüfek, mitralyöz sadaları, bomba ve top tarakaları ile inliyor. Bölüğüyle Musullu Cephesi'nde bulunan Yavuz, bombasını düşmana yetiştirmek için bu müthiş ölüm sağanağı altında siperden fırlıyor. Fırka ile Kozanlı Karakolu arasındaki tepeciklere kadar ilerleyerek, tüfek bombalarını düşman siperlerine düşürmeye çalışıyor.

Tabakhane Cephesi'nde keşif kollarının düşmana iyice sokulmadığından müteessirdir. Onu bir gece tek başına Beyin Zeytinlikleri civarındaki siperlerine kadar girerek düşmana bomba savuruyor ve siperdeki kum torbalarını toplayarak dönüyor görüyoruz…

30-31 Kânunusani 337... Vakit gece yarısı... Çok soğuk ve sakin bir kış gecesi... Magarabaşı ile Çıksorut Tepesi arasındaki yolda siyah bir şerit gibi uzanan müteharrik bir kütle sessiz ve itinalı adımlarla Teftik'in değirmenlerine doğru yaklaşıyor.

Yeni doğan ayın hafif ziyası arkasında abaları, başlarında poşuları, ellerinde tüfeklerde yol boyunca uzanan bu siyah hayaleti canlandırdı. Bu kafile, mahsur Antep’i muhasaradan kurtarmak için emir alan kahraman müdafilerdi.

Hepsi değirmenin önünde, binaların duldasında toplandılar. Zabitler biraz ilerleyerek kıtalarına düşen taarruz mıntıkalarını tekrar tespit ettiler.

Şimdi bölükler sessiz adımlarla sağa sola ayrılıyor. İşaretle verilen kumandanlarla duruyor, açılıyor, ilerliyor. Düşman henüz kafil, galiba uyuyor. Avcı hatları düşmana yaklaşıyor. Derken birden çat, çat, çat bütün otomatikler işlemeye, bombalar patlamaya başlıyor. Düşman yaklaştığınızı anladı. Haydi çocuklar hücum: Allah Allah!

İlk hamlede düşmanın ilk müdaafaa hatları düşüyor. İkinci hatta taaruz ediyoruz. Düşman kuvvetli, fazla zayiatımız var. Olduğumuz yerde kalarak, ikinci bir hücuma hazırlanıyoruz. Üçüncü bölük, sağımızdan ayni sipere taaruz ediyor. İlk hücumda muvaffak olamayan Yavuz, ikinci bir hücum için dağılan efradını topluyor. Allah Allah sesleri yükseliyor. Düşman siperleri işte, ha gayret yaklaşıyorlar. Fakat heyhat! en önde yürüyen Yavuz karnından yediği bir kurşunla olduğu yere yıkılıyor.

Hastaneye kaldırılan Yavuz sağ, fakat yarası ağırdı. Her türlü ihtimama rağmen kurtulamadı.

O gün, öğleden sonra bu adsız kahramanın cesedini Hüseyin Paşa Emmi Mezarlığı'na, aziz hatırasını da kalplerimize gömdük.