İnsanın asıl ömrü, geçirdiği değişikliklerve vakalarla ölçülür; yıllarla değil!
Charles Dickeus
Bir günü yaşarken diğerinin hemen gelmesini sabırsızlıkla bekleriz. Takvimin yaprağını sabahı dahi beklemeden akşamdan koparıp o günü de kıvırıp toparlayıp sepete defnetmesini pek severiz, ömürden geçen her günü “Eh bugün de geçti’’ diye zevkle fakat ne kadar safça anarız. Hatta gelecek meçhul emellere merak olsa gerektir, müstakbel günlere intizarla bakar: “Ah şu gelecek seneyi bulsam." diye boyun büker hayatımıza ne peşin kıyarız. Bir kurban, bir insanın felâketzedesi olmuştur demektir. Fakat insanlar gelecek diye bir mefhumun kurbanıdırlar.
Acaba her gelecek diyen insan “Dünyadan çabuk ayrılsam dediğinin farkında mıdır?"
Çok tuhaf gibi geliyor bana? Maziye hasretle bakarız, geçmişler bize tatlı gelir. Geleceğe hayatımız pahasına bayılırız. Acep neden içinde bulunduğumuz zamanı hemen hemen düşünmeyiz.
Halbuki hali tanımak zamana karşı daha kadirşinaslık olmaz mı?
Bazen neşemiz yerinde olur “bir gün gelecek"gibi şarkılar da söyler kendimizi mütevekkil bir terennüm içerisinde ne tatlı oyalarız. Gün olur cûşe geliriz, her mısraı bize bir şeyler vaat eden fakat hepsini geleceğe bağlayan manzumeler de okur, o hayatı boyunca geleceklerle yıpranacak benliğimize şarkılarla, şiirlerle ne derin teslimiyetler telkin ederiz.
Zaten kısa ömrümüzün kırpıntıları olan şu günlerin neye böyle çabuk geçmesini isteriz? Evet, her gelecek sözünün altında bir emel saklandığı şüphesizdir. Fakat emel denilen şu mukaddes amacın, şu tükenmez ihtirasın sonsuz gelecekler peşinde insanları koşturması, feleğin bizi taştan taşa vurması değil de nedir? Hayat yolunun kilometre taşları olan şu ümitle, şu gelecekler bizi ne cömertle harcıyor?
Çoğu beyhude olan şu gelecekler nihayet boş gelecek olan ecele istikbal değil nedir? Hayat ve nihayet hayat diye andığımız günler ne doyulmaz bir tatdır. Sonunda bu nefes kadar bize kısa gelecek olan şu hayatın bir rüya kadar yalan olan şu ömrün biraz daha uzatılması mümkün değil mi?
Şık yaşayalım desinler.