Muhtar Bey tarafından yazılan bu makale kurtuluşumuzun on ikinci yıldönümüne rastlayan 25 Kânunuevvel 932 tarihinde Gaziantep Gazetesi'nde intişar etmiştir:
Tarih sahasına girdiği andan beri memleketimiz böyle şanlı bir gün yaşamamıştır, diyebilirim. Çok çetin bir dövüşten, inanılmayacak bir fedakârlık ve tahammül kudretinden sonra bugünün ufuklarımızda parlaması gayet tabiî bir netice olmuştur.
Büyüğü, küçüğü, kadını ve erkeğiyle yurdunun müdafaasına koşan; nihayet, tabiatın zalim bir ihtiyacı sebebiyle teslim olan bir memleket, ilk fırsatta hakkını bağıracak ve öcünü alacaktı. Böyle bir yerde düşman nasıl tutunur, tahakkümünü nasıl devam ettirebilirdi? Hatta Gaziantep dövüşe karar verdiği zaman kurtulmuş demekti.
Bu gün şüphesiz gelecekti.
Acılar dinecek; kaybolan sevgilerin kalplerde açtığı yaralar, kurtarıcı bir el ile onacak, her tarafta görülen yer yer harabelerin üstünde Gazi yurdun manevî benliği -başında çok azametli bir çelenk olduğu hâlde- Türk İstiklal Savaşı'nın çok muazzam bir heykeli şeklinde yükselecekti.
Gaziantep! Mertliğin, fedakârlığın, beşerî tahammül ve mukavemet kudretinin bu çok yüce abidesini dost ve düşman memleketleri ve bütün dünya halkı hayret ve şaşkınlıkla görecek, huzurunda hürmetlerle eğilecekti...
Güzel yurdumuzun şanlı adını işitmedik, değil bir Türk vatandaşı hiçbir dünyalı kalmamıştır. Türklük âleminin bu yüce ihramını zaman yıpratamayacak, hiçbir bora ve fırtına yerinden kımıldatamayacaktır. Çünkü Gazi ona kendi unvanını vermiştir. Her ikisi de Türk'ün tarihî ufuklarından aşarak, asırların, uzun devrelerin ve her türlü inkılâpların üstünden bütün kâinata Türk'ün azamet ve kudret destanını söyleyecektir.
Sevgili yurdumuzun kurtuluş gününü yazmak o kadar güçtür ki!...
Kalem, her an, ifadesi mümkün olmayan büyüklükler karşısında aczini ve küçüklüğünü anlayarak çırpınıyor. Hangi birisini yazmalı, hangi birisini seçmeli?.. Hangi vakaya dokunulsa, daha büyük ve azametlisi birbiri arkası sıra hücum ediyor. Bunun için çok geniş sahifeler, çok yüksek bir kalem, çok ateşli bir lisan lâzımdır.
Çocuklar, başka oyuncakları bırakmışlardı. Oyunlarının hepsi harbe ait şeylerdi. Boş fişekleri biriktiriyorlar, küme yapıyorlar, muhtelif şekiller veriyorlar. Sonra ayakları ile dağıtarak kahkahaları savuruyorlardı. Bu onlar için bir neşe vesilesi olmuştu.
Patlamamış top mermilerine ip bağlayarak arkalarından sürüklüyorlar, bunlarla bir kedi yavrusu gibi oynuyorlardı. Düşmanın bizi daima tehdit ettiği ve çok güvendiği bu yıkıcı âlet, çocuklarımızın yerlerde sürünen âciz ve miskin bir oyuncağı haline gelmişti.
Victor Hugo, bir şiirinde "Napoleon" ordularından bahsederken:
" Bunların oturması, durması, şakalaşması bambaşka bir şeydir. Bunlar insanların üstünde bir mahlûk, birer dev mi idi? " diyor.
Onlar değil dediği, Gaziantepliler idi.
Onlar, acı zerdali çekirdeği yiyerek, çoluk ve çocukları ile beraber kan, ateş ve yangın yolunda bir saniye bile devam edemezlerdi.